Marksist Araştırmalar [MAR] | Komünizm: Tarihin Çözülen Bilmecesi

22 Ağustos 2025 Cuma

Tarih Nedir? | Edward Hallett Carr: Özet

1. Giriş: Carr'ın Akademik Kimliği ve Çalışmalarına Genel Bakış

Edward Hallett Carr (1892-1982), çağdaş anlamda profesyonel bir tarihçi olmaktan ziyade, diplomatik geçmişi ve gazetecilik deneyimiyle tanınan bir düşünürdür. Richard J. Evans'ın giriş yazısında belirtildiği üzere, Carr'ın tarih alanında ne lisans eğitimi ne de üniversitelerin tarih bölümlerinde ders verme deneyimi bulunmaktaydı. İlk eğitimini Klasik Çağ üzerine Cambridge'de almış, ardından 20 yıl Dışişleri Bakanlığı'nda çalışmıştır. Bu süre zarfında Rus yazarlar ve düşünürler üzerine biyografiler kaleme almıştır. 1936'da bakanlıktan ayrılarak Aberystwyth Üniversitesi'nde Uluslararası İlişkiler profesörü olarak görev yapmış, 1941-1946 yılları arasında ise The Times gazetesinde yayın yönetmen yardımcılığı yapmıştır.

Carr'ın tarihe olan ilgisi, 1917 Rus Devrimi'nden sonra başlamış ve özellikle İkinci Dünya Savaşı yıllarında Sovyet Rusya üzerine yaptığı kapsamlı çalışmalarla derinleşmiştir. "Sovyet Rusya Tarihi" başlıklı 14 ciltlik anıtsal eseri, ellili yaşlarında başladığı bir projedir. Evans'ın belirttiği gibi, bu çalışma onu "Nedensellik ve Rastlantı, Özgür İrade ve Determinizm, Birey ve Toplum, Öznellik ve Nesnellik" gibi temel meselelerle yüzleştirmiştir. "Tarih Nedir?" adlı eseri ise emeklilik yaşını geçmişken, 1961 yılında Cambridge Üniversitesi'nde verdiği George Macaulay Trevelyan Konferansları'nın metinlerinden oluşmaktadır. Bu eser, Carr'ın uzun yıllara yayılan düşüncelerinin bir derlemesi niteliğindedir ve özellikle Karl Popper ve Isaiah Berlin gibi filozofların tarih hakkındaki "aptalca sözlerine yanıt vermek" amacıyla yazılmıştır.

2. Tarihçi ve Olgular: Olguların İnşası ve Yorumun Rolü

Carr, "Tarih Nedir?" adlı eserinin ilk bölümünde, tarihçinin olgulara yaklaşımını sorgulayarak, 19. yüzyılın "olgular fetişizmi" anlayışına karşı çıkar. Dönemin hâkim görüşüne göre, tarihçinin görevi "gerçekte olduğu gibi" olayları sunmaktır. Lord Acton'ın Cambridge Modern History projesindeki "hiç kimse yazarlar listesine bakmadan, Oxford piskoposunun yazısının nerede bittiğini ve yazıya Fairbairn'in mi yoksa Gasquet'nin mi, Liebermann'ın mı yoksa Harrison'un mu devam ettiğini anlayamamalı" şeklindeki talimatı, olguların tarafsız ve değişmez olduğu inancını yansıtır. Ancak Carr, bu görüşü reddeder: "Bugün her gazeteci bilir ki, kamuoyunu etkilemenin en etkin yolu, uygun olguların seçilmesi ve düzenlenmesidir. Olguların doğrudan doğruya kendilerinin konuştukları söylenirdi. Bu, elbette, doğru değildir. Olgular yalnızca tarihçi onlara başvurunca konuşurlar; hangi olgulara, hangi sıra ya da bağlam içinde söz hakkı verileceğini kararlaştıran tarihçidir."

Carr, bir olgunun tarihi bir olgu haline gelmesinin, tarihçinin yorumuyla olan ilişkisine bağlı olduğunu savunur. Viktorya döneminde bir zencefilli çörek satıcısının öldürülmesi örneğini vererek, bu olayın Dr. Kitson Clark tarafından vurgulanmasıyla ancak "seçkin tarihi olgular kulübü üyeliğine aday" olduğunu belirtir. Olgunun tarihi statüsü, "Dr. Kitson Clark'ın kanıtlamak için bu olayı ileri sürdüğü tez ya da yorumun öbür tarihçilerce de geçerli ve anlamlı olarak kabul edilip edilmemesine bağlı olacaktır. Olayın bir tarihi olgu sıfatıyla durumu, bir yorum sorusuna yol açacaktır. Bu yorum ögesi her tarihi olgunun içinde vardır."

Carr, tarihçinin geçmişle kurduğu ilişkinin dinamik olduğunu vurgular: "Tarihçi ile olguları arasında kesintisiz bir karşılıklı etkileşim süreci, bugün ile geçmiş arasında bitmez bir diyalog." Tarihçinin, çalıştığı döneme kendi çağının gözüyle baktığını ve geçmişin sorunlarını bugünün sorunlarının anahtarı olarak incelediğini belirtir. Grote, Mommsen, Trevelyan ve Namier gibi tarihçilerin çalışmalarının, yaşadıkları dönemin toplumsal ve siyasal koşullarının bir yansıması olduğunu gösterir. Örneğin, Namier'in muhafazakâr bir bakış açısıyla 18. yüzyıl İngiltere'sini incelemesi, onun kendi dönemindeki değişim korkusunu yansıtır. Carr'a göre, "Bir toplumun niteliğinin, ne tür tarih yazdığı ya da yazmadığından daha güvenilir bir göstergesi yoktur."

3. Toplum ve Birey: Karşılıklı Etkileşim ve Büyük Adamlar

Carr, tarihsel süreçte birey ile toplum arasındaki ilişkiyi incelerken, bu ikilinin ayrılmaz ve birbirini tamamlayan unsurlar olduğunu savunur. "Toplum ve birey birbirlerinden ayrılamaz, karşıt değil birbirlerine gerekli ve tamamlayıcıdırlar." Robinson Crusoe efsanesini örnek göstererek, toplumdan bağımsız bir birey düşüncesinin imkansızlığını ortaya koyar. Bireycilik kültünün, kapitalizmin ve Protestanlığın yükselişiyle bağlantılı olarak 19. yüzyılın yaygın bir miti olduğunu belirtir.

Carr, tarihte "büyük adamlar"ın rolünü de ele alır. Kötü Kral John teorisi veya Miss Wedgwood'un "insanların birey olarak davranışları benim için gruplar ya da sınıflar olarak davranışlarından daha ilginçtir" şeklindeki görüşüne karşı çıkar. Bireysel eylemlerin genellikle niyetsiz sonuçları olduğunu ve toplumsal güçlerin bu sonuçları şekillendirdiğini belirtir. Carlyle ve Lenin'in "siyaset kitlelerin bulunduğu yerde başlar" şeklindeki sözlerine atıfta bulunarak, tarihte önemli olanın bireylerin kişilikleri değil, adsız milyonların oluşturduğu toplumsal güçler olduğunu savunur. "Tarihte önemli olan sayılardır."

Büyük adamların tarihteki rolüne ilişkin olarak, Carr, Hegel'in tanımını benimser: "Çağın büyük adamı, çağının istemini dile getirebilen, çağına isteminin ne olduğunu söyleyebilen ve bu istemi yerine getirebilen kişidir. Onun yaptığı, çağının yüreği ve özüdür; o çağını gerçek kılar." Büyük adamlar, ya var olan güçleri temsil eder ya da yeni güçlerin oluşumuna yardımcı olurlar. Tarih, bu anlamda, bireylerin toplumsal varlıklar olarak girdikleri toplumsal bir süreçtir.

4. Tarih, Bilim ve Ahlak: Nesnellik, Nedensellik ve Değer Yargıları

Carr, tarihin bir bilim olup olmadığı tartışmasına da girer. İngilizce dışındaki çoğu dilde tarihin bilim kategorisinde yer aldığını belirterek, İngilizcedeki bu ayrımın kültürel bir önyargıdan kaynaklandığını savunur. 19. yüzyıl bilim anlayışının "önce olgularınızı toplayın, sonra bunları yorumlayın" şeklindeki tümevarımcı yöntemine karşın, modern bilimin hipotez ve gerçeklik arasındaki etkileşimle ilerlediğini belirtir. "Tarihçinin, bugün kendini bilim dünyasının içinde hissetmek için, 100 yıl önce olduğundan daha çok nedeni vardır."

Carr, tarihin benzersiz olaylarla ilgilendiği, dolayısıyla genellemelerin mümkün olmadığı görüşünü eleştirir. "Tarihçi gerçekte biriciklerle değil, biricikler içindeki genel olanla ilgilenir." Tarihçiler, Peloponnesos Savaşı ile İkinci Dünya Savaşı'nı "savaş" olarak adlandırarak genelleme yaparlar. Tarih, genellemelerle beslenir ve bu genellemeler, geçmişi anlama ve gelecekteki eylemlere rehberlik etme amacı güder.

Nedensellik konusunda Carr, tarihçinin görevinin olayların nedenlerini araştırmak olduğunu vurgular. Tek bir nedene bağlı kalmak yerine, olayların birden çok nedenini, bu nedenler arasında bir hiyerarşi kurarak açıklamaya çalışır. Gibbon'un Roma İmparatorluğu'nun çöküşünü barbarlığa ve dine bağlaması veya 19. yüzyıl Whig tarihçilerinin İngiliz gücünü anayasal özgürlüğe atfetmesi gibi örnekler üzerinden, her tarih tezinin nedenlerin önceliği sorunu etrafında döndüğünü gösterir.

Carr, tarihte determinizm (gerekircilik) ve rastlantı sorunlarına da değinir. Popper ve Berlin'in determinizme karşı eleştirilerini ele alarak, gündelik hayatta bile her olayın bir nedeni olduğuna inandığımızı belirtir. Smith'in garip davranışları örneği üzerinden, neden arayışının insan davranışlarını anlamak için temel bir varsayım olduğunu gösterir. "Günlük hayat insan davranışlarının ilkece doğruluğu araştırılabilir nedenler tarafından belirlendiği varsayılmadıkça imkânsız olurdu." Rastlantının ise, tarihçinin anlamlı bulduğu neden-sonuç dizilerinin arasına giren, ancak genel yorumun içine dahil edilemeyen ilgisiz olaylar olduğunu savunur. Kleopatra'nın burnu ya da Lenin'in erken ölümü gibi olaylar, tarihin akışını etkilese de, tarihsel anlamda bir genellemeye yol açmadıkları sürece "rastlantısal" kabul edilirler.

Ahlaki yargılar konusunda Carr, tarihçinin kişisel ahlak yargılarında bulunmaması gerektiğini belirtir. Ancak, olaylar, kurumlar veya siyasetler hakkında ahlaki yargılarda bulunmanın tarihçinin görevinin bir parçası olduğunu ifade eder. "Tarihi yorumlarsa her zaman ahlak yargılarıdır - isterseniz daha tarafsız görünen bir terimle söyleyelim, değer yargılarını işin içine katarlar." Carr, soyut kavramların (özgürlük, eşitlik, adalet) tarihsel bağlam içinde anlam kazandığını ve değerlerin olgulardan ayrılmaz olduğunu vurgular. "Değerler olguların içine girerler ve onların vazgeçilmez bir parçasıdırlar."

5. İlerleme Olarak Tarih: Geleceğe Yöneliş ve Genişleyen Ufuklar

Carr, tarihin "gizemin" veya "kinikliğin" ötesinde, "geçmiş üstüne yapıcı bir bakış açısı" sunması gerektiğini savunur. Klasik uygarlıkların tarihsizliğine karşılık, Yahudi-Hıristiyan geleneğinin tarihe bir anlam ve amaç (teleolojik görüş) kazandırdığını belirtir. Aydınlanma Çağı'yla birlikte bu teleolojik görüş laikleşmiş ve tarih, insanlığın yeryüzündeki konumunu mükemmelleştirme hedefine doğru ilerleyen bir süreç olarak görülmüştür.

Carr, ilerleme kavramının evrimden farklı olduğunu vurgular: evrim biyolojik kalıtımla, ilerleme ise kazanılmış becerilerin kuşaktan kuşağa aktarılmasıyla ilgilidir. "Tarih, edinilmiş becerilerin kuşaktan kuşağa iletilmesi içinde bir ilerlemedir." İlerlemenin belirli bir başlangıcı ve sonu olduğu varsayımına karşı çıkar; ilerlemenin sonsuz ve sürekli değişen bir süreç olduğunu savunur.

Carr, 20. yüzyıldaki kötümserliğe rağmen, tarihte ilerlemeye olan inancını sürdürür. Ona göre, "ilerlemeye inanmak, otomatik ya da kaçınılmaz herhangi bir sürece değil, insan yeteneklerinin ilerleyen gelişmesine inanmak anlamındadır." Bu ilerleme, maddi kaynakların, bilimsel bilginin ve teknolojik egemenliğin birikimiyle birlikte, insanın çevresine ve kendisine olan egemenliğinin artmasını ifade eder.

Son olarak Carr, tarihin ufuklarının genişlemesi üzerine odaklanır. 15. ve 16. yüzyıllardaki yeni kıtaların keşfiyle başlayan coğrafi değişimlerin, 20. yüzyıldaki Asya ve Afrika devrimleriyle çok daha geniş bir kapsam kazandığını belirtir. Tarihin artık sadece Batı Avrupa veya İngilizce konuşulan dünyanın değil, tüm dünya halklarının ve kültürlerinin deneyimlerini kapsadığını vurgular. "Aklın yayılması özünde, şimdiye kadar tarihin dışında kalmış grupların ve sınıfların, halkların ve kıtaların tarihe girmeleri demektir."

Carr, modern toplumdaki bilgi birikimini ve bireyselleşmeyi ilerlemenin işaretleri olarak görür. Ekonomik yasaların nesnelliği inancından, ekonominin bilinçli planlanabilir olduğu inancına geçişin, aklın insan işlerine uygulanmasındaki bir ilerleme olduğunu ifade eder. Ancak, bu ilerlemenin getirdiği tehlikeleri de göz ardı etmez; özellikle kitleleri manipüle etme potansiyeli olan propaganda ve reklamcılık gibi yöntemlerin aklın kötüye kullanılmasına yol açabileceğini belirtir.

Carr, "Tarih Nedir?"in ikinci baskısı için aldığı notlarda, bilimin ve edebiyatın da sosyal ve kültürel bağlamdan etkilendiğini vurgular. Bilimsel bilginin göreceliğini ve hipotezlerin öngörü niteliğini sorgular. Tarihsel araştırmanın mevcut krizini, sığ ampirizm ve aşırı uzmanlaşma ile ilişkilendirir. "Tarih temel değişim süreçleriyle ilgilenir. Bu süreçlere alerjiniz varsa tarihi terk edip sosyal bilimlere sığınırsınız." Ancak, genel tarihin ve disiplinler arası bir yaklaşımın önemini vurgulayarak, tarihin sosyal bilimlere malzeme sağladığı kadar onlardan teori için de faydalandığını belirtir.

Carr'ın eserinin kalıcılığı, Evans'ın da belirttiği gibi, "Tarihçiyle olguları arasında kesintisiz bir karşılıklı etkileşim süreci, bugün ile geçmiş arasında bitmez bir diyalog" olduğu gerçeğini ısrarla vurgulamasından ve tarihçilerin kendi zamanlarının bireyleri olarak bakış açılarının kaçınılmaz olduğunu tekrar tekrar ispat etmesinden kaynaklanmaktadır. Bu görüşler, tarihçilik mesleğinin temel bir parçası haline gelmiştir.

17 Ağustos 2025 Pazar

Türkiye’de Su Sorunu

Mahmut Boyuneğmez


Türkiye, coğrafi konumu, iklim özellikleri ve artan nüfusu nedeniyle su kaynaklarının yönetimi ve sürdürülebilirliği açısından kritik bir bölgede yer almaktadır. Akdeniz Havzası’nda bulunan Türkiye, iklim değişikliği, hızlı kentleşme, tarım ve sanayi sektörlerinin yoğun su kullanımı gibi faktörlerden dolayı su stresi yaşayan ülkeler arasında sayılmaktadır.[1] Bu makale, Türkiye’nin su kaynaklarının mevcut durumunu, sektörel su tüketim istatistiklerini, su kıtlığı risklerini ve bu konuda alınabilecek önlemleri ele almaktadır.

1.    Türkiye’nin Su Kaynaklarının Genel Durumu

  • Türkiye, yüzey ve yeraltı su kaynakları açısından belirli bir potansiyele sahip olmasına rağmen, bu kaynakların dağılımı coğrafi ve mevsimsel olarak dengesizdir.[2] Türkiye, 25 nehir havzasına sahiptir ve bu havzalar farklı dinamiklere ve sorunlara sahiptir. Örneğin, Büyük Menderes ve Ergene havzalarında su kirliliği ön plandayken, Konya Kapalı Havzası’nda aşırı su kullanımı sorunu bulunmaktadır.[3]
  • Toplam Su Potansiyeli: Türkiye’de yıllık ortalama yağış miktarı yaklaşık 574 mm olup, bu yaklaşık 450 milyar m³ suya tekabül eder.[4] Ancak, teknik ve ekonomik kısıtlamalar nedeniyle bu miktarın yalnızca bir kısmı kullanılabilir. Tüketilebilir yerüstü su potansiyeli yılda ortalama 94 milyar m³, yeraltı su potansiyeli ise 18 milyar m³’tür.[5] Toplamda, Türkiye’nin tüketilebilir su potansiyeli 112 milyar m³’tür ve bunun yaklaşık 57 milyar m³’ü kullanılmaktadır.[6]
  • Kişi Başına Düşen Su Miktarı: 2000 yılında kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 1.652 m³ iken, 2020 yılında bu miktar 1.346 m³’e gerilemiştir.[7] Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, 2021 yılı itibarıyla bu miktar 1.519 m³ civarındadır ve 2030 yılında 1.120 m³’e düşmesi beklenmektedir.[8] Bu, Türkiye’nin su stresi yaşayan ülkeler kategorisinde yer aldığını göstermektedir.[9]

Bölgesel Dağılım ve Eşitsizlik

Türkiye’deki su kaynaklarının bölgesel dağılımı, nüfus yoğunluğu ile orantısızdır. Örneğin, Marmara Bölgesi, ülke nüfusunun %28’ini barındırırken, toplam su akışının yalnızca %4’ünü toplar.[10] Bu durum, özellikle İstanbul gibi büyük şehirlerde su temini için havzalar arası su transferini zorunlu kılmaktadır. Meriç, Ergene, Gediz, Büyük Menderes, Burdur Gölü, Akarçay, Konya ve Asi Nehri havzalarında su kullanımı, yenilenebilir kapasiteyi aşmış durumdadır.[11]

Doğal Su Kaynakları

Türkiye’de 320 adet doğal göl bulunmakta olup, bunların bir kısmı mevsimsel niteliktedir ve yaz aylarında kuruma riski taşır.[12] Ayrıca, akarsuların yatak eğimlerinin fazla olması nedeniyle hidroelektrik enerji üretim potansiyeli yüksek olsa da bu akarsular ulaşım için uygun değildir.[13]

2. Sektörel Su Tüketimi

Türkiye’de su tüketimi, tarım, sanayi ve evsel kullanım olmak üzere üç ana sektöre ayrılır. Devlet Su İşleri (DSİ) ve TÜİK verilerine göre, 2022 yılı sektörel su tüketim dağılımı şu şekildedir:

  • Tarım: Toplam su tüketiminin %77’si (44 milyar m³) sulama amaçlı kullanılmaktadır.[14] Tarım sektörü, Türkiye’nin su kaynakları üzerindeki en büyük baskıyı oluşturur. Özellikle Konya Kapalı Havzası gibi yarı kurak bölgelerde tarımsal su kullanımı sürdürülebilir sınırları zorlamaktadır.[15]
  • İçme, Kullanma ve Sanayi: Toplam su tüketiminin %23’ü (13 milyar m³) içme suyu, evsel kullanım ve sanayi sektörlerinde tüketilmektedir.[16] Sanayi sektöründe özellikle kimyasal ürünler, gıda ve tekstil üretimi yüksek su tüketimine sahiptir.[17]
  • Evsel Kullanım: Belediyeler tarafından evlere ulaştırılan su miktarı 2004’te 2 milyar m³ iken, 2018’de 4 milyar m³’e yükselmiştir.[18] Kişi başına günlük su tüketimi 2004’te 255 litre iken, 2018’de 224 litreye gerilemiş, 2022’de ise ortalama 229 litre olarak kaydedilmiştir.[19]

Kayıp ve Kaçak Oranları

Su kaynaklarının verimli kullanımı önünde önemli bir engel, kayıp ve kaçak oranlarıdır. Örneğin, İzmir gibi bazı şehirlerde kayıp-kaçak oranlarının yüksek olduğu rapor edilmiştir.[20] Bu durum, suyun verimli kullanımını engelleyerek su kıtlığı riskini artırmaktadır. İstanbul’da kayıp-kaçak oranı %18-19 civarındayken, bazı şehirlerde bu oran %40’ı aşmaktadır. Bu, kamu kaynaklarının israfı ve halkın parasının heba edilmesi anlamına gelmektedir.

Turizm Sektörünün Su Tüketimi

Turizm sektörü, su tüketiminde giderek daha fazla pay almaktadır. Özellikle golf sahaları ve kayak merkezlerinde yapay kar üretimi gibi faaliyetler yüksek su tüketimine yol açmaktadır.[21] Türkiye’de turizm sektörü, toplam su varlıklarının %3,97’sini kullanmakta olup, bu oranla dünyada 7. sıradadır.[22]

3. Su Kıtlığı ve İklim Krizi

Türkiye, iklim değişikliği ve artan nüfus baskısı nedeniyle su kıtlığı riskiyle karşı karşıyadır. Meteoroloji Genel Müdürlüğü (MGM) raporlarına göre, son 50 yılda Türkiye’de ortalama sıcaklık 1,5°C artmış ve yağış miktarında %10-20 azalma gözlenmiştir.[23] 2070 sonrası için yapılan projeksiyonlar, sıcaklıkların 2,5-5°C artacağını ve yağış miktarının %10-20 daha azalacağını öngörmektedir.[24] Bu durum, özellikle İstanbul gibi büyük şehirlerde su kaynaklarının verimliliğini %50 oranında azaltabilir.[25]

Su Kıtlığı Riskleri

  • Kişi Başına Düşen Su Miktarındaki Azalma: Türkiye, Malin Falkenmark’ın su kaynakları sınıflandırmasına göre “su baskısı yaşayan” ülkeler kategorisindedir.[26] 2030 yılında kişi başına düşen su miktarının 1.120 m³’e düşmesi, su kıtlığı eşiği olan 1.000 m³’e tehlikeli derecede yaklaşmaktadır.[27]
  • Kuraklık: Türkiye’nin büyük bir kısmı, özellikle yaz aylarında “olağanüstü kuraklık” riskiyle karşı karşıyadır. Örneğin, İzmir’deki Tahtalı Barajı’nda doluluk oranı çok düşük seviyelere gerilemektedir.
  • Bölgesel Riskler: Ege Bölgesi’nde su krizi derinleşmekte olup, altın madenciliği gibi faaliyetler su tüketimini artırarak yerel su kaynaklarını tehdit etmektedir. Bir altın madeni, 100 bin nüfuslu bir beldenin yıllık su ihtiyacını tüketebilmektedir.[28]

İklim Değişikliğinin Etkileri

İklim değişikliği, Türkiye’de su kaynaklarının miktarını ve kalitesini doğrudan etkilemektedir. Azalan yağışlar, artan sıcaklıklar ve düzensiz yağış rejimleri, su kaynaklarının yenilenme kapasitesini zorlamaktadır.[29] Özellikle Akdeniz iklimine sahip bölgelerde bu etkiler daha belirgindir.[30]

4. Su Kaynaklarının Yönetimi ve Alınabilecek Önlemler

Türkiye’nin su kaynaklarının sürdürülebilir yönetimi, su kıtlığı riskini azaltmak için kritik önem taşımaktadır. Aşağıda, bu konuda alınabilecek önlemler sunulmuştur:

a. Su Tasarrufu ve Verimlilik

  • Evsel Kullanımda Tasarruf: Prof. Dr. Nurdan Yıldırım’a göre, dört kişilik bir aile, alışkanlıklarını değiştirerek yılda 150 ton su tasarrufu sağlayabilir.[31] Bu, günlük kişi başına 102 litre su tasarrufu anlamına gelir ve mevcut tüketimi neredeyse yarı yarıya azaltabilir.[32]
  • Kapalı Sulama Sistemleri: Tarımda su kayıplarını önlemek için açık sistem sulama yerine modern kapalı sulama sistemlerinin yaygınlaştırılması hedeflenmektedir.[33] Bu, suyun daha etkin ve verimli kullanılmasını sağlayacaktır. Bu hedefe ulaşılmalıdır.
  • Kayıp ve Kaçakların Azaltılması: Belediyeler ve su idareleri, altyapı yatırımlarıyla kayıp-kaçak oranlarını azaltmalıdır. Örneğin, İzmir gibi şehirlerde bu oranların yüksek olması, su yönetiminde ciddi bir sorun oluşturmaktadır.[34]
  • İklim Değişikliğine Dirençli Tarım Teknikleri: Kuraklığa dayanıklı tohumlar ve damlama sulama gibi yöntemler yaygınlaştırılmalı, böylece tarımsal su tüketimi azaltılmalıdır. Ayrıca, erken uyarı sistemleri ile kuraklık riskine karşı önceden hazırlık yapılabilir.[35]
  • Akıllı Su Yönetimi Sistemleri: IoT tabanlı sensörler ve gerçek zamanlı veri analitiği, suyun kullanımını izlemek, kayıp-kaçakları tespit etmek ve sulama süreçlerini optimize etmek için kullanılmalıdır.[36]

b. Alternatif Su Kaynakları

  • Deniz Suyu Arıtma: Deniz suyunun arıtılması, su kıtlığına karşı etkili bir çözüm olabilir. Ancak, bu işlem enerji yoğun olduğundan, yenilenebilir enerji kaynaklarıyla desteklenmelidir.[37]
  • Yağmur Suyu Hasadı: Yağmur suyunun toplanması ve depolanması, özellikle kentsel alanlarda su talebini karşılamak için kullanılabilir.[38]
  • Atık Su Geri Dönüşümü: Atık suların arıtılarak yeniden kullanılması, su kaynakları üzerindeki baskıyı azaltabilir. 1 litre atık suyun temizlenmesi için 8 litre temiz suya ihtiyaç duyulduğundan, bu süreçte enerji verimliliği de sağlanmalıdır.[39]
  • Yenilenebilir Enerji ile Arıtma: Deniz suyu arıtma ve atık su geri dönüşüm süreçleri, güneş ve rüzgâr gibi yenilenebilir enerji kaynaklarıyla desteklenerek çevresel etkiler azaltılmalıdır.[40]

c. Su Yönetimi Politikaları

  • Ulusal Su Planı: Tarım ve Orman Bakanlığı’nın 2030 hedefleri arasında, mevcut 112 milyar m³ suyun tarımda %64, sanayi ve evsel kullanımda %36 oranında kullanılması planlanmaktadır.[41] Bu plan, suyun daha dengeli dağıtımını hedefler. Bu hedef tutturulmalıdır.
  • Havza Bazlı Yönetim: Her bir nehir havzasının kendine özgü dinamiklerine uygun yönetim planları geliştirilmelidir. Örneğin, kirlilik sorununa odaklanan havzalarda arıtma tesisleri önceliklendirilmelidir.[42]
  • Hidroelektrik Santrallerin Planlanması: Hidroelektrik enerji üretiminin çevresel etkileri dikkate alınarak, ekosisteme zarar vermeyecek şekilde planlama yapılmalıdır.[43]
  • Su Ayak İzi Hesaplamaları: Tarımsal ürünlerin ve sanayi ürünlerinin su ayak izi hesaplanarak, yüksek su tüketen ürünlerin üretimi ve ihracatı yeniden değerlendirilmelidir.[44]
  • Hukuki Reformlar: Su kanunu güncellenmeli, su kaynaklarının kullanımına dair sıkı düzenlemeler getirilmeli ve özel sektörün yeraltı sularına erişimi tamamen kaldırılmalıdır.

d. Toplumsal Farkındalık

  • Eğitim ve Bilinçlendirme: Su tasarrufu konusunda toplumun bilinçlendirilmesi, uzun vadeli çözümler için kritik önemdedir.
  • Sürdürülebilir Tüketim Alışkanlıkları: Evlerde, otellerde ve turistik tesislerde suyun daha az tüketilmesi için alışkanlıkların değiştirilmesi teşvik edilmelidir.[45]
  • Eğitim Kampanyaları: Okullarda su tasarrufu bilincini geliştirecek müfredat düzenlemeleri yapılmalı; kamu spotları, çeşitli etkinlikler ve atölyeler aracılığıyla halkın su tüketim alışkanlıklarını değiştirecek kampanyalar organize edilmelidir.
  • Yerel Katılım: Yörelerde yurttaşların ve çiftçilerin su yönetimi süreçlerine katılımı sağlanarak, havza bazlı yönetim planları daha etkili hale getirilmelidir.[46]

e. Uluslararası İş birlikleri

Sınır Ötesi Su Yönetimi: Türkiye’nin Fırat-Dicle gibi sınır ötesi su kaynaklarına sahip olması nedeniyle, komşu ülkelerle su paylaşımı konusunda anlaşmalar ve iş birlikleri geliştirilmelidir.

5. Gelecek Perspektifi

Türkiye, su kaynaklarının sürdürülebilir yönetimi açısından önemli bir dönemeçte bulunmaktadır. Artan nüfus, iklim değişikliği, tarım ve sanayi sektörlerinin yüksek su talebi ve bölgesel eşitsizlikler, su kıtlığı riskini artırmaktadır.[47] TÜİK, DSİ ve WWF gibi kaynaklar, Türkiye’nin kişi başına düşen su miktarının önümüzdeki yıllarda kritik seviyelere düşeceğini göstermektedir.[48] Bu durum hem çevresel hem de ekonomik riskler taşımaktadır.

Su kıtlığına karşı etkili çözümler, teknolojik yenilikler, altyapı yatırımları ve toplumsal farkındalıkla mümkündür. Alternatif su kaynaklarının kullanımı, kayıp-kaçak oranlarının azaltılması ve havza bazlı yönetim politikaları, Türkiye’nin su kaynaklarını daha verimli kullanmasını sağlayabilir.[49] Aksi takdirde, su kıtlığı ekonomik kayıplara, tarımsal verimlilikte düşüşe ve toplumsal sorunlara yol açabilir.

Türkiye’nin su kaynaklarını korumak ve sürdürülebilir bir gelecek inşa etmek için bugünden harekete geçilmesi şarttır. Bilimsel veriler ışığında geliştirilecek politikalar ve toplumsal bir seferberlik kapsamında yer alacak bireysel düzeydeki önlemler, bu kritik sorunun çözümünde belirleyici olacaktır.

6. Su Manifestosu: Ne Yapmalı?

  1. Su kaynaklarını korumak, verimli kullanmak ve su kıtlığına karşı önlem almak için su arzı ve tüketimi emekçi halkın ihtiyaçları doğrultusunda merkezi olarak planlanmalıdır.
  2. DSİ tarımsal sulama için yeniden yapılandırılmalıdır. Su kaynakları devlet kontrolünde verimli kullanılmalı, kayıplar azaltılmalı ve atıksuların geri kazanımı gerçekleştirilmelidir.
  3. Yeraltı sularının özel şirketlere tahsisi ve ambalajlı su sektörü, su kaynaklarının talanına yol açmaktadır. Şebeke suyuna güvensizlik ve ticarileştirme politikaları halkımızı pahalı suya mahkûm etmiştir. Şebeke suyunun içilebilirliği güvence altına alınmalı ve su kaynakları devletleştirilmelidir.
  4. Türkiye’de su kayıp-kaçak oranları yüksektir (İstanbul’da %18-19, bazı şehirlerde %40’ı aşmaktadır). Bu durum, kamu kaynaklarının israfıdır. Bu konuda verimlilik artırılmalı, kayıp-kaçaklar en aza indirilmelidir.
  5. Merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasında su politikalarında uyumsuzluk ve siyasi gerilim, su yönetimini aksatmaktadır. Su politikalarının belirlenmesinde halkın ihtiyaçlarını gözeten merkezi planlama ve devlet kontrolü sağlanmalı, yerel yönetimler lağvedilerek, yerel ayakları olan merkezi bir devlet kurumlaşması yoluyla belediye hizmetleri verilmelidir.
  6. İklim değişikliğine uyum sağlamak için kuraklığa dayanıklı tohumlar, damlama sulama gibi teknikler yaygınlaştırılmalı ve erken uyarı sistemleri geliştirilmelidir.
  7. Akıllı su yönetimi sistemleri (IoT tabanlı sensörler, veri analitiği) ile su kullanımı izlenmeli, kayıplar tespit edilmeli ve sulama optimize edilmelidir.
  8. Deniz suyu arıtma ve atık su geri dönüşüm süreçleri, yenilenebilir enerji kaynaklarıyla desteklenmelidir.
  9. Yöresel yurttaş ve çiftçilerin su yönetimi süreçlerine katılımı sağlanarak havza bazlı yönetim planları daha etkili hale getirilmelidir.
  10. Su kanunu güncellenmeli, özel sektörün yeraltı sularına erişimi kaldırılmalıdır.
  11. Okullarda su tasarrufu müfredatı, kamu spotları ve merkezi/yerel çeşitli etkinlikler ve atölyelerle halkın su tüketim alışkanlıkları değiştirilmelidir.
  12. Fırat-Dicle gibi sınır ötesi su kaynakları için komşu ülkelerle su yönetimi anlaşmaları yapılmalıdır.
  13. Tarımsal ürünlerin ve sanayi mallarının su ayak izi hesaplanarak yüksek su tüketen ürünlerin üretimi yeniden değerlendirilmelidir.

Not: Bu makalenin içeriğinin oluşturulmasında YZ’den yararlanılmıştır.



[1] WWF Türkiye, Türkiye’de Su Kaynaklarının Güncel Durumu, 2023.

[2] Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ), Türkiye Su Kaynakları Raporu, 2022

[3] Ibid.

[4] TÜİK, Çevresel Göstergeler 2022, 2022.

[5] DSİ, Türkiye Su Kaynakları Raporu, 2022.

[6] Ibid.

[7] TÜİK, Su İstatistikleri 2021, 2021.

[8] Ibid.

[9] WWF Türkiye, Türkiye’de Su Kaynaklarının Güncel Durumu, 2023.

[10] DSİ, Türkiye Su Kaynakları Raporu, 2022.

[11] Ibid.

[12] TÜİK, Çevresel Göstergeler 2022, 2022.

[13] DSİ, Türkiye Su Kaynakları Raporu, 2022.

[14] TÜİK, Su İstatistikleri 2022, 2022.

[15] DSİ, Konya Kapalı Havzası Su Kullanımı Raporu, 2021.

[16] TÜİK, Su İstatistikleri 2022, 2022.

[17] Sutema.org, Suyun Sektörel Kullanım Oranları, 2023.

[18] TÜİK, Su ve Atık Su İstatistikleri 2018, 2018.

[19] Ibid.

[20] Yaşar Üniversitesi, Türkiye’de Su Tüketimi ve Kayıp-Kaçak Oranları, 2022.

[21] Sutema.org, Turizm Sektörünün Su Tüketimi, 2023.

[22] Ibid.

[23] Meteoroloji Genel Müdürlüğü (MGM), İklim Değişikliği ve Türkiye Raporu, 2023.

[24] Ibid.

[25] Atlas SCC, Türkiye’de Su Kıtlığı ve İklim Krizi, 2023.

[26] WWF Türkiye, Türkiye’de Su Kaynaklarının Güncel Durumu, 2023.

[27] TÜİK, Su İstatistikleri 2021, 2021.

[28] Bilim ve Aydınlanma Akademisi, Ege Bölgesi’nde Su Krizi ve Altın Madenciliği, 2023.

[29] MGM, İklim Değişikliği ve Türkiye Raporu, 2023.

[30] Ibid.

[31] Prof. Dr. Nurdan Yıldırım, Evsel Su Tüketimi ve Tasarruf Potansiyeli, 2022.

[32] Ibid.

[33] DSİ, Sulama Sistemleri Modernizasyon Planı, 2022.

[34] Yaşar Üniversitesi, Türkiye’de Su Tüketimi ve Kayıp-Kaçak Oranları, 2022.

[35] FAO, Climate-Smart Agriculture Sourcebook, 2021.

[36] UNESCO, The United Nations World Water Development Report 2020: Water and Climate Change.

[37] Sutema.org, Alternatif Su Kaynakları ve Deniz Suyu Arıtma, 2023.

[38] Ibid.

[39] Ibid.

[40] IRENA, Renewable Energy in Desalination: Opportunities and Challenges, 2020.

[41] Tarım ve Orman Bakanlığı, Ulusal Su Planı 2030, 2022.

[42] DSİ, Havza Bazlı Su Yönetimi Stratejileri, 2022.

[43] Ibid.

[44] Water Footprint Network, Water Footprint Assessment Manual: Setting the Global Standard, 2020.

[45] Sutema.org, Sürdürülebilir Su Tüketimi Alışkanlıkları, 2023.

[46] FAO, Community-Based Water Management Strategies, 2021.

[47] WWF Türkiye, Türkiye’de Su Kaynaklarının Güncel Durumu, 2023.

[48] TÜİK, DSİ ve WWF Türkiye, Çeşitli Raporlar, 2021-2023.

[49] Tarım ve Orman Bakanlığı, Ulusal Su Planı 2030, 2022.

16 Ağustos 2025 Cumartesi

Materyalist Diyalektik Teori (MDT) ve Klasik Mantık: Özet

Mahmut Boyuneğmez

Giriş

Bu metin, Mahmut Boyuneğmez'in Mantık (Materyalist Diyalektik Teori (MDT) ve Klasik Mantığa Giriş (Notlar)) adlı eserine dayanmaktadır. Metin, Marksist düşüncenin temelini oluşturan Materyalist Diyalektik Teoriyi, onun ana kavramlarını ve gerçekliğe yaklaşımını, ayrıca biçimsel akıl yürütme aracı olan Klasik Mantığı derinlemesine incelemektedir. İki sistem arasındaki farklar ve tamamlayıcı ilişkiler, diyalektik ve klasik mantığın farklı işlevleri örneklerle ortaya konmaktadır.

Bölüm I: Materyalist Diyalektik Teori (MDT)

Materyalist Diyalektik Teori (MDT), Marksist düşüncenin "grameri"dir ve gerçekliğin dinamik, ilişkisel ve çelişik doğasını anlamaya odaklanır. MDT'ye göre, diyalektik formülleri ezberlenerek değil, doğadaki, "tarihteki ve çağdaş sorunlardaki özgül, geniş ve hayati konularda yakalanarak" sergilenebilir.

1. Materyalizmin Temel Aksiyomları: Materyalizm iki temel aksiyom üzerine kuruludur:

  • Varlığın Bilinçten Bağımsız Nesnel Gerçekliği: Varlık bilinçten bağımsız olarak nesnel gerçekliği oluşturur. Varlık, madde, enerji, karanlık madde ve karanlık enerji gibi formları içerir ve düşüncenin dışında var olandır.
  • Nesnel Gerçekliğin Kavranabilirliği: Toplum ve bilinç dâhil nesnel gerçekliğin öğeleri ve sahip olduğu ilişkiler, etkileşimler ve değişimler insan aklı tarafından aslına uygun olarak/doğrulukla kavranabilir. Bu bağlamda materyalizm, bir tür realizmdir.

2. Diyalektik: Gerçekliğin Mantığı: MDT, diyalektiği bir düşünme yönteminden ziyade öncelikle gerçekliğin "mantığı" olarak kavrar/yorumlar. Diyalektik teori, varlığın ilişkilerinin, etkileşimlerinin, değişim/gelişiminin ve sahip olduğu oluş, süreç ve eğilimlerin felsefi düzeyde yorumlanmasıdır. Ancak, diyalektiğin bir akıl yürütme/düşünme yolu olarak da kullanılabilmesi mümkündür ve bu durum yadırganmayabilir. Burada önemli olan, diyalektiğin mekanik bir şemaya indirgenmemesidir.

3. "Yadsımanın Yadsınması" İlkesine Eleştirel Yaklaşım: MDT’de, "yadsımanın yadsınması" ilkesinin mekanik kullanımı benimsenmez. Bu ilkenin doğa ve toplum süreçlerine keyfi bir şablon olarak uygulanması sorunludur. Engels'in arpa tanesi örneği ve Türkiye'deki devletçi politikaların tarihi (Osmanlı Devleti’nin son dönemlerindeki merkantilist politikalardan, 1929 bunalımıyla birlikte devletçi politikalara geçiş, çok daha sonraları 1980’li yıllardan itibaren neoliberal politikaların bir bileşeni olarak özelleştirmelerin uygulanması) gibi örneklerde, bu ilkenin nesnel gerçekliğe transferi gariplikler yaratmaktadır. Oysa doğadaki veya toplumdaki süreçler/ilişkiler incelenerek, diyalektik mantık yakalanıp, soyutlanmalıdır.

  • Marx'ın Yaklaşımı: Marx'ın "mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi" soyutlamasını yaparken, eski mülkiyet ilişkilerini tasfiye eden kapitalist özel mülkiyetin, bu sefer üretimin giderek belirginleşen toplumsallaşmasıyla çeliştiğini ve "olumsuzlamanın olumsuzlaması" (yadsımanın yadsınması) ile aşılacağını belirtmesi, tarihsel gerçeklikten soyutlanmış bir örüntüdür. Bu, kafadaki bir şablonun tarihe giydirilmesi değildir.

4. Bilimsel/Realist Düşünme Yöntemi ve Diyalektik Mantık MDT, realist/bilimsel düşünceleri/bilgileri dört temel özellikle tanımlar: tutarlılık, nesnellik, sınanabilirlik (doğrulanabilirlik ve yanlışlanabilirlik) ve gelişebilirlik.

  • Realist Yaklaşım: Realist inançlar, "problem çözme süreci"nin ürünüdür ve metafizik inançlardan ayrılır. Bilimsel bilgi test edilebilir ve pratikleştirilebilirken, metafizik inançların içeriği sınanamaz.
  • Marx'ın Yöntemi: Marx'ın Kapital'de kullandığı yöntem, ampirik somuttan soyutlamalara ulaşma ve daha çok da soyut kavramlardan düşünülmüş somuta dönmedir. Bu, gerçeklik ile düşünce arasındaki etkileşimsel bir süreçtir.
  • Diyalektik Bir Yöntem Değil, Bir Yaklaşım/Tarz: Bertell Ollman'ın "diyalektik yöntem" tanımı sağlıklı değildir. Bilimsel düşünme yöntemlerine, diyalektik yöntem denemez. Diyalektik, nesnel gerçekliğin mantığı olduğundan, bu kavramı bilimsel/realist düşünme yöntemi olarak görmek kafa karıştırıcıdır. Diyalektik, ontolojik bir nitelikler/etkileşim türleri/örüntüler toplamıdır, Hegelci üçlemeye (olumlama-olumsuzlama-olumsuzlamanın olumsuzlanması) indirgenecek bir yöntem değildir. Marx bilimsel düşünme/soyutlama yöntemlerini kullanırken, bir yandan da diyalektik bir tarza/yaklaşıma sahiptir. Çünkü gerçeklik diyalektik bir mantığa sahip olduğundan bilimsel düşünüş bu mantığı yansıtmaya çabalar.

5. Diyalektik Teorinin Temel Terimleri, Kategorileri ve Örüntüleri: MDT, bilimsel yasalar ile felsefi örüntüler arasında ayrım yapar. Bilimsel yasalar spesifik, kesin ve evrenselken, felsefi örüntüler daha soyut, genel ve tanımlayıcıdır; gerçekliğin eğilimlerini tarif ederler.

  • Değişim/Devinim, Oluş, Başkalaşım, Süreç, Denge, Eğilim: Gerçekliğin temel karakteristiği değişimdir. Oluş (genesis), varlığın bir formdan diğerine geçişidir. Durağanlık mutlak değişim yokluğu değil, göreli denge durumlarını ifade eder. Metamorfoz (başkalaşım), morfolojik dönüşümleri anlatır; örneğin tırtıl-kelebek, iribaş-kurbağa oluş ve gelişim süreçlerinde ya da başkalaşım kayaçlarının oluşmasında olduğu gibi. Dinamik denge, rakip süreçlerin birbirini nötrleştirmesiyle oluşur. Örneğin O3 (ozon) tabakasının oluşumu ve incelmesindeki dinamik denge. Eğilim, farklı süreçlerin belirli bir sonuca doğru yönelmesidir.
  • Uzay-Zaman: Klasik mekaniğin aksine, uzay-zaman mutlak değil, maddeyle ve hareketiyle ilişkilidir. Einstein'ın Görelilik Teorisi, zamanın gözlemcinin hareketine ve kütle çekimsel alanlara bağlı olduğunu gösterir.
  • İlişki ve Etkileşim: İlişkiler, nesnelerin ve süreçlerin arasındaki zamansal-mekânsal bağlardır. Etkileşimler ise bu ilişkileri kuran karşılıklı etkilerdir. Aditif etkileşim, güçlendirme, sinerjistik etkileşim, stimülasyon/inhibisyon, karşıtlık (antagonizm) ve çelişki, negatif/pozitif geri besleme gibi etkileşim türleri mevcuttur.
  • Gelişim, Eşitsiz ve Bileşik Gelişim, İlerleme: Gelişim, maddi ve ideal nesnelerin yeni niteliklerinin ortaya çıkışıyla sonuçlanan, geri döndürülemez, kesinlikle yönelmiş ve yasayla yönetilen değişimidir. Eşitsiz ve bileşik gelişim, süreçlerdeki farklı tempoları ve eski ile yeninin bir arada bulunmasını ifade eden bir örüntüdür. İlerleme, farklılaşmanın, karmaşıklığın ve organizasyonun artışıdır.
  • Nedensellik, Zorunluluk ve Rastlantı, Belirlenim, Yasa, Refleksivite: Nedensellik, bir fenomenin diğerine yol açmasıdır ve evrenseldir. Zorunluluk, yasalara tabi olan neden-sonuç ilişkisidir. Rastlantılar, bir olayın oluşumunda dışarıdan gelen ve kendi nedensel zincirleri olan faktörlerdir. MDT’ye göre belirlenimcilik (determinizm), evrende rastlantısal nedenler ve olasılıksallığın varlığını kabul eder. Refleksivite, bilinçliliğin pratikler aracılığıyla nesnel gerçekliğe geri yansımasıdır.
  • Olanak, Gerçeklik, Olasılık: Gerçeklik, olanaklı olanı ve var olanı kapsar. Olanaklar, gerçekliğin potansiyel gelişme eğilimleridir. Olasılık, olanaklılığın ölçüsüdür ve istatistiksel yasaların hükmü altındadır. Mikro-kozmosta olasılıksallık, nesnel gerçekliğin özsel bir özelliğidir.
  • Parça ve Bütün, Sistem, Yapı ve İşlev, Öğe: Bütünlük (totality), olguların ilişkilenmiş bir aradalığını ifade eder. Sistemler, parçalarının toplamından daha fazladır ("bütün, parçaların toplamından daha fazladır"-Aristoteles), çünkü "belirmiş" yeni niteliklere sahiptirler. Yapı, sistemin düzenlenişi ve işleyişidir; işlev ise her bir öğenin oynadığı roldür.
  • Öz, Görüngü (Fenomen), Görünüş: Öz, varlıkların doğrudan gözlemlenemeyen, zorunlu ve görece değişmez özellikleridir. Görüngü (fenomen), doğrudan gözlenebilir özellikleri anlatır, olaylara ve süreçlere karşılık gelir. Görünüş ise olayların duyumsanış ve algılanış şeklidir.
  • İçerik ve Biçim: İçerik, varlıkların tüm özelliklerinin, süreçlerinin, ilişkilerinin birliğidir. Biçim, içerik tarafından belirlenir ve içeriğin dışavurum tarzıdır. İçerikteki gelişim, eski biçimle uyumsuzluk doğurarak yeni bir biçime yol açar.
  • Tekil-Tikel-Tümel, Bireysel-Genel-Özel-Evrensel: Her nesne tekildir. Tikel, bir grup nesneye özgü olan ortak özelliklerdir. Tümel, bir sınıfın tamamına işaret eden soyut kavramdır. Bireysel, bir varlığı diğerlerinden ayıran özgün özelliklerdir. Genel, nesnelerin ortak ve tekrarlanan yanlarını anlatır. Özel, bireysel olandaki farklılıktır. Evrensel, belirli koşullar altında her durumda ve bağlamda geçerli olan özelliklerdir.
  • Katmanlılık ve Beliriş (Emergence): Maddenin atomik, kimyasal, fiziksel, biyolojik, zihinsel ve toplumsal gibi niteliksel olarak farklı katmanları vardır. "Beliriş", bir sistemin veya bütünün, parçalarından türetilemeyecek yeni niteliklere sahip olması durumudur. Beliriş, maddenin organizasyon düzeyindeki geçişlerde ortaya çıkar.
  • Nitelik, Nicelik, Ölçü, Niceliğin Niteliğe Dönüşümü Örüntüsü (Faz Geçişleri, Eşik Etkisi): Nitelik, varlıklara bağımsızlık ve istikrar sağlayan özelliklerdir. Nicelik ise sayı, büyüklük gibi ölçülebilir değerlerdir. Niceliksel birikimler, belirli bir "ölçü" veya "eşik değeri" aşıldığında niteliksel dönüşümlere (sıçramalar) yol açabilmektedir.
  • Karşıtlık (Antagonizma), Karşıtların Birliği ve Mücadelesi, Çelişki: Farklılık, özdeş olmama veya benzeşmezlik ilişkisidir. Karşıtların birliği, farklı ve zıt süreçlerin birlikteliğini ve karşılıklı bağımlılığını ifade eder. Çelişki ise, karşıtlar arasındaki mücadelenin "çatışma" halini aldığı, dinamik dengenin bozulduğu durumlarda ortaya çıkan etkileşim türüdür. Her karşıtlık bir çelişki değildir, ancak her çelişki bir karşıtlık içerir.

6. Kuantum Fiziğine Kısa Bir Bakış: Kuantum fiziğindeki süperpozisyon, dolanıklık, Heisenberg belirsizlik ilkesi ve çift yarık deneyi gibi olgu ve kavramlar, mikro-kozmos katmanının kendine özgü yasalarını ve olasılıksal doğasını anlamak için önemlidir. Bu kavramlar, MDT’nin gerçekliğin katmanlı olduğu fikrini ve bu katmanda geçerli olan olasılıksal belirlenimcilik/determinizm anlayışını destekler. Süperpozisyon, olanakların bir arada bulunmasıdır, karşıtların birliği değildir.

Bölüm II: Klasik Mantık

Klasik mantık, doğru akıl yürütmenin kurallarını inceleyen biçimsel bir disiplindir ve bilim, matematik, felsefe gibi alanlarda temel bir araçtır.

1. Temel Kavramlar

  • Önerme: Doğru veya yanlış olabilen, kesin bir yargı ifade eden cümledir.
  • Basit Önerme: Yalnızca bir hüküm içeren önermedir.
  • Değili (¬): Bir önermenin doğruluk değerini tersine çevirir.

2. Mantığın Temel İlkeleri: Klasik mantık üç temel ilkeye dayanır:

  • Özdeşlik İlkesi (A ≡ A): Bir şey kendisidir. "Bir kedi kedidir."
  • Çelişki İlkesi (¬(A ¬A)): Bir önerme aynı anda hem doğru hem yanlış olamaz. "Bu gül kırmızıdır ve kırmızı değildir."
  • Üçüncü Halin İmkânsızlığı İlkesi (A ¬A): Bir önerme ya doğru ya yanlıştır; üçüncü bir durum mümkün değildir. "Yağmur yağıyor veya yağmıyor."

3. Bileşik Önermeler ve Bağlaçlar Basit önermeler, "ve" (∧), "veya" (∨), "ya da" (⊻), "ise" (⇒), "ancak ve ancak" (⇔) gibi bağlaçlarla birleştirilerek bileşik önermeler oluşturulur. Her bağlacın kendine özgü doğruluk tablosu vardır.

  • Gerektirme (p q): p doğru olduğunda q'nun da doğru olmasını gerektirir.
  • Ters (¬p ¬q), Karşıt (q p), Karşıt Ters (¬q ¬p): Koşullu önermenin farklı dönüşümleri. Karşıt ters, bazı durumlarda orijinal önermeyle eşdeğerdir.
  • Gerekli ve Yeterli Koşul: p ⇒ q'da p, q için yeterli; q, p için gereklidir.
  • Çift Yönlü Gerektirme (p q): p ve q'nun aynı doğruluk değerine sahip olduğu durumları ifade eder; birbirine hem gerekli hem yeterlidir.

4. Totoloji ve Çelişki

  • Totoloji: Tüm doğruluk değerlerinde doğru olan bileşik önermedir ("Yağmur yağar veya yağmaz").
  • Çelişki (Klasik Mantık): Tüm doğruluk değerlerinde yanlış olan bileşik önermedir ("Bu gül kırmızıdır ve kırmızı değildir").

5. Niceleyiciler

  • Her Niceleyicisi (): Bir kümenin tüm elemanları için önermenin doğru olduğunu ifade eder ("Her insan ölümlüdür").
  • Bazı Niceleyicisi (): Bir kümenin en az bir elemanı için önermenin doğru olduğunu ifade eder ("Bazı kediler kuyruksuzdur").
  • Benzersizlik Niceleyicisi (!): Yalnızca bir eleman için önermenin doğru olduğunu ifade eder ("Ankara, Türkiye’nin başkentidir").

6. Çıkarsama Türleri

  • Tümdengelim Yöntemleri: Genel kuraldan özel sonuca ulaşma (Doğrudan Çıkarım, Karşıt Tersle Çıkarım, Olmayana Ergi, Aksine Örnekle Çürütme).
  • Tümevarım Yöntemi: Gözlemlerden genellemeye ulaşma ("Karga, serçe uçar" ⇒ "Bazı kuşlar uçar").

Bölüm III: Diyalektik Mantık ile Klasik Mantık Arasındaki Farklar ve İlişki

Bu iki mantık türü, farklı temellere dayanmakla birlikte birbirini dışlamaz, aksine tamamlar.

1. Temel Farklar

  • Yaklaşım: Klasik mantık biçimsel, statik bir akıl yürütme sistemidir ve kesin sınırlar koyar. Diyalektik mantık ise gerçekliğin süreçsel, ilişkisel ve çelişkili doğasına odaklanır.
  • İlkeler: Klasik mantık özdeşlik, çelişmezlik ve üçüncü halin imkânsızlığına dayanırken, diyalektik mantık karşıtların birliği ve mücadelesi, nicel-nitel dönüşüm ve çelişki yoluyla gelişim gibi ilkeleri vurgular.
  • Çelişki Kavramı: Klasik mantıkta çelişkiler düşüncede kabul edilemezken, diyalektik mantıkta çelişkiler değişimin motoru olarak gerçeklikte mevcuttur.
  • Amaç: Klasik mantık düşüncenin tutarlılığını sağlamayı hedefler; diyalektik mantık ise gerçekliğin dinamiklerini ve dönüşümlerini felsefi düzeyde anlamayı amaçlar.

2. İlişki ve Tamamlayıcılık Klasik mantık, diyalektik mantığın sahip olduğu yaklaşımla gerçeklik incelenirken önermelerimiz arasında tutarlı olmamızı sağlar; bu incelemelerde diyalektik mantık ise geniş bir ontolojik ve epistemolojik çerçeve sunar. Diyalektik mantık bir "yöntem"den çok, gerçekliğin "mantığı" olarak görülmelidir; klasik mantık ise bir akıl yürütme aracıdır.

Bölüm IV: Eleştiriler

Bilimsel Yeni Verilerin Işığında Diyalektik Materyalizm adlı kitaba ve Kaan Kangal'ın Engels ve Diyalektik kitabına dair eleştirel değerlendirmelerimiz şöyledir:

1. "Bilimsel Yeni Verilerin Işığında Diyalektik Materyalizm" Kitabına Yönelik Eleştiriler:

  • İlkel Topluluklar: İlkel sınıfsız topluluklarda bilim, eğitim, sağlık gibi pratiklerin mevcut olduğu açıktır, bu pratikler realist ve metafizik düşünceler oluşturmuştur ve oluşan metafizik düşünceler sınanabilir değildir.
  • İdealizm ve Materyalizm: Pozitivizm "öznel idealizm" türü değildir ve Hegel'in diyalektiği "nesnel idealizm türevi" sayılamaz. Marx ve Engels'in felsefeleri Hegel ve Feuerbach'tan ayrı bir kulvarda gelişmiştir, Feuerbach'ın ise toplumu/tarihi dikkate almayan materyalist bir filozof olduğu açıktır.
  • Diyalektik Materyalizmin "Yasaları": MDT bilgi üretmez ancak bilgi üretim süreçlerine yardımcı olabilir. Felsefi teorilerin bilimin sahip olduğu türde "yasaları" yoktur, bunun yerine MDT tanımlı kavramlar (terimler), kategoriler ve örüntüler sunar.
  • Öz ve Fenomen Kavramları: "Fenomen" (görüngü) olayları ve süreçleri anlatır, "görünüş" (olayların ve süreçlerin algıdaki biçimi) ile eş anlamlı değildir. Doğadaki ve toplumdaki her öz çelişki içermek zorunda değildir.
  • İçerik ve Biçim: İçerik her durumda temel çelişkiyi (ya da çelişkileri) içermez ve içerik her zaman diğer çelişkilerle ilişkili olmak zorunda değildir.
  • Hiyerarşi ve Paralellik (Katmanlılık ve Beliriş): "Hiyerarşi" yerine "katmanlılık" terimi kullanılmalıdır ve maddenin organizasyon düzeyleri, hiyerarşik değildir, birbirini kapsayan ve birbiri üzerinde yükselen katmanlardır. "Beliriş" (emergence) kavramı, yeni organizasyon düzeylerinde ortaya çıkan yeni mekanizmaları ve yasallıkları anlatır.
  • Eğilim ve Salınım: Süreçler içerisinde ve arasındaki etkileşimlerin sonucunda ileri ve geri karşıt yönler oluşur, bunların toplam etkisi eğilimleri oluşturur.  Aditif etkileşim, potansiyelizasyon, sinerjistik etkileşim, stimülasyon/inhibisyon, karşıtlık ve çelişki, negatif/pozitif geri besleme gibi etkileşim türleri vardır.
  • Nicel Birikimlerin Nitel Değişime Dönüşmesi: Her nicel birikim nitel dönüşüme yol açmaz (örneğin mağaralarda sarkıt-dikitlerin oluşumu). Niteliksel dönüşümde her zaman veya tüm boyutlarıyla öz değişmez.
  • Karşıtların Birliği ve Mücadelesi: Süreçler arasındaki karşıtlıklar her zaman çelişik değildir, çelişki dinamik dengenin bozulduğu durumlarda ortaya çıkar. Örneğin, işçi sınıfı-sermaye sınıfı antagonizması, devrimci durumda çelişki formunu alır.
  • Yadsımanın Yadsınması: Bu "yasa" bir değişim örüntüsü değildir, yalnızca Hegelci akıl yürütme sürecini anlatır. Doğal/toplumsal tarihte zorlama örneklerle anlatılmaya çalışılan bu ilkenin içinden “çelişki oluşumu yoluyla gelişme” olarak nitelenebilecek rasyonel yanını alıp, kullanmak sağlıklıdır.

2. Kaan Kangal’ın "Engels ve Diyalektik" Kitabına Yönelik Eleştiriler:

  • Beliriş (Emergence): Kangal'ın beliriş tanımı ve örnekleri sağlıklı değildir. Beliriş, maddenin organizasyon düzeylerinin birinden diğerine geçildiğinde ortaya çıkan yeni mekanizmaları ve yasallıkları anlatır, ekosistem dönüşümleri bu kapsamda değildir.
  • Çelişkiler ve Değişim: Kangal'ın çelişkileri değişimle özdeşleştirmesi yanlıştır. Gerçeklikte özdeşlik ve farklılık değil, değişim bulunur; özdeşlik ve farklılık düşünsel düzeydeki soyutlamalardır. Doğadaki hareket örneklerinde (gezegenlerin yörüngesi gibi) çelişki yerine karşıtların mücadelesinden bahsedilmesi gerekir.
  • Olasılık ve Çelişki: Olasılık ile çelişki arasında doğrudan bir bağ yoktur, ihtimallerin birbirini "dışlaması" ile karşıtların mücadelesindeki "dışlama" aynı anlamlara gelmez.
  • "Gerçek Karşıtlar": Kant'ın "gerçek karşıtlar" yaklaşımı (örn. bir gezegenin Güneş'e düşme ve ondan kaçma eğilimi) daha sağlıklıdır. Bu örnekte bir çelişki yerine karşıtların mücadelesi bulunmaktadır.

Sonuç

Materyalist Diyalektik Teorinin (MDT) gerçekliği anlama ve yorumlamadaki derinliği burada ortaya konanlardan ibaret değilse de ana hatlarıyla incelenmiştir. MDT, materyalizmin temel aksiyomları üzerine inşa edilmiş, varlığın ilişkisel, etkileşimsel ve dinamik doğasını felsefi düzeyde yorumlayan bir mantıktır. "Yadsımanın yadsınması" ilkesinin mekanik kullanımına eleştirel yaklaşılmalı, Marx'ın diyalektiği bir "tarz" ya da “yaklaşım” olarak benimsediği kavranmalıdır. Klasik mantık ise, biçimsel tutarlılığı sağlayan bir akıl yürütme aracı olarak MDT ile tamamlayıcı bir ilişki içindedir; zira gerçekliği diyalektik bir tarzda incelerken, düşünsel tutarlılığın önemi yadsınmaz. MDT, değişimin, etkileşimin, gelişimin, dinamik dengelerin ve çelişkilerin ontolojik varlığını kabul ederken, bilimsel bilgilerin bu anlayışı zenginleştirdiğini ve bu felsefenin sürekli geliştirilmeye açık olduğunu savunur. Kuantum fiziği gibi modern bilimsel disiplinler, MDT'nin katmanlı gerçeklik ve mikro-kozmos katmanında geçerli olasılıksal belirlenimcilik/determinizm görüşlerini destekler niteliktedir. Sonuç olarak, MDT, bilimsel analizlerle desteklenen ve toplumsal devrimci mücadelelerde yol göstericilerden biri olarak "pusula" işlevi gören, gerçekliğin özünde devrimci olduğu kavrayışında bir dünya görüşü sunar.

Eserin kendisini okumak için bağlantı adresi:

https://play.google.com/books/reader?id=QoI2OQAAAEAJ&pg=GBS.PA1 

ya da

https://drive.google.com/file/d/1pGO77UCKS6mBVbIoFlOst0jhG8auofUv/view

[MAR] YOUTUBE KANALI

LİDER

Karl Marx - Kapital

Kısa Sovyet Film ve Belgeseller [Türkçe]